İbadet Mükellefiyeti ve Şartları

Ibadetlerimizi en güzel şekilde yerine getirebilmemiz, hangi durumda ne yapacağımızı en doğru hâliyle bilmemize bağlıdır. Ibadetlerle ilgili kuralları öğrenmeden önce bazı terim ve kavramları bilmemizde fayda vardır. Bu bölümümüzde bu terim ve kavramları sırayla ele alacağız

Mükellef Ne Demektir?

Dinimiz Islâma göre, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle ve haramlarından, yani yasaklarından kaçınmakla sorumlu olan insana mükellef denir. Bir insan, dinin kurallarına göre mükellef, yani sorumlu değilse o kişinin günahları yazılmaz. Mükellef olan ile olmayan arasındaki fark budur. Iyiliklerimizin sevapları çocukluğumuzdan itibaren, kötülüklerimizin günahı ise mükellef olduktan sonra yazılmaya başlar.

Mükellef Sayılmanın Şartları Nelerdir?

Bir kimsenin mükellef sayılması, yani Allah’ın emir ve yasaklarından sorumlu tutulması için;

  1.   Müslüman olması,
  2.  Akıl ve şuur sahibi olması,
  3.   Ergenlik çağına (büluğ çağı) girmiş olması gerekir.

Cenâb-ı Hak, insana dünyaya gelişinden ergenliğe erinceye kadar gerekli dinî eğitimi alması için süre tanımıştır. Bu dönemdeki kötülük ve günahlarımızdan bizleri sorumlu tutmayarak da üzerimizdeki merhametini göstermiştir.

Ergenlik Çağına Girmek Ne Demektir?

Ergenlik çağı, çocukluktan çıkılıp biyolojik olarak erkeklerin baba, kızların anne olabilecek duruma geldiği dönemdir.

Kişinin büluğa ermesi erkeklerde ihtilam denilen rüyada meninin gelmeye başlaması ile gerçekleşir. Kızlarda ise hayız ya da âdet adı verilen kanamalı hâlin başlaması, ergenlik çağına girildiğinin belirtisidir. Bülûğ çağı Islâm âlimlerinin çoğunluğuna göre kızlarda 9–15, erkeklerde 12–15 yaşları arası olarak belirlenmiştir. On beş yaşını bitirdiği hâlde kendisinde ergenlik belirtileri görülmeyenler, erkek de olsa kız da olsa dinen ergenlik çağına girmiş sayılır. Ergenlikle birlikte sorumluluk çağına giren her Müslümanın da yapmak zorunda olduğu bazı dinî vazifeler vardır.

Farz Nedir?

Rabbimizin kesin ve açık delilerle bize bildirdiği ve bizden mutlaka yapmamızı istediği işlerdir: namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi. Farzların; yapıldığında sevabı, yapılmadığında ise günahı vardır. Bir farzı kabul etmeyip inkâr eden kimse, Allah’a karşı gelmiş olur ve dinden çıkmış sayılır.

Farz, farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olarak ikiye ayrılır. Farz-ı ayn, yerine getirilmesi her Müslümana ayrı ayrı borç olan farzlardır. Bunlar, bir Müslümanın yapmasıyla diğer Müslümanların üzerinden düşmez: namaz ve oruç gibi. Farz-ı kifâye ise yerine getirilmesi her Müslümana ayrı ayrı borç olmayan, Müslümanlardan bazısının yapmasıyla diğerlerinden borçluluk hâli kalkan farzlardır. Bu gibi farzları hiç kimsenin yapmaması hâlinde, bütün cemiyet sorumlu ve günahkâr olur: bir Müslümanın cenaze namazını kılmak gibi. Cenaze namazının bazı Müslümanlar tarafından kılınması, diğer Müslümanlar üzerinden yükümlülüğün kalkması için yeterlidir. Ancak cenaze namazını hiç kimse kılmazsa o zaman bütün Müslümanlar sorumluluk altına girmiş olur.

Vacip Nedir?

Delilleri farz kadar kesinlik taşımayan, fakat dinimizin yapmamızı emretmiş olduğu işlerdir: vitir ve bayram namazı kılmak, kurban kesmek gibi. Vacibin hükmü de farz gibidir. Yani yapılması hâlinde sevap, terkinde ise günah vardır. Ancak vaciplerin sevabı da günahı da farzlardan daha azdır.

Sünnet Nedir?

Peygamber Efendimizin sözlerinin, davranışlarının, takrirlerinin ve tavırlarının genel adıdır. Takrir, Peygamberimizin, huzurunda meydana gelen veya anlatılan bir olaya sessiz kalarak onay vermesidir. Kısacası Peygamber Efendimizin hayat tarzına sünnet denir.

Sünnetler, sünnet-i müekkede ve sünnet-i gayr-ı müekkede olarak ikiye ayrılır. Sünnet-i müekkede, Allah Resûlünün çoğunlukla yapmaya devam edip pek az terk etmiş olduğu sünnettir: sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi.

Sünnet-i gayr-i müekkede, Peygamberimizin ibadet niyetiyle bazen işleyip bazen de terk ettiği sünnettir: ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi.

Resûlûllahın yiyip içmesi, giyinip kuşanması, oturup kalkması gibi normal davranışları ve görgü kurallarını ilgilendiren işleri de sünnet-i gayr-ı müekkedeye dâhildir. Sünnete uyulması sevaptır, terk edilmesi ise günah değildir. Ancak sünneti terk eden insan, ahirette Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) şefaatinden, yardımından mahrum kalabilir.

Sünnete Uymak Niçin Çok Önemlidir?

Sünnetler, dinin çok büyük bir bölümünü oluşturur. Eğer onlar farz kılınsaydı, her gün yüzlerce günah işlemiş olacaktık. Meselâ sağ elimizle yemek, içmek, dişlerimizi fırçalamak, güler yüzlü olmak sünnettir. Bunun gibi günlük hayatımızda uygulayabileceğimiz onlarca sünnet vardır. Bir düşünsenize eğer bunların hepsi farz olsaydı, muhtemelen bazen uygulama noktasında gereken titizliği gösteremeyecektik. O zaman da sık sık farzı terk etmek durumunda kalacak ve günün her vakti günah işlemiş olacaktık.

Görülüyor ki sünnetlerin farz olmaması; önemsizliğinden değil, sadece Cenâb-ı Hakk’ın bize olan merhametinden, dini bizim için kolaylaştırmak istemesindendir. Sünnet-i seniyye, Peygamber Efendimizin ahlâkıdır, hayat tarzıdır. O’nun gibi güzel ahlâklı olmak, güzel konuşmak, güler yüz göstermek, temiz olmak hiç önemsiz olabilir mi?

Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in sünneti, müminler için pusula gibidir. Her zaman doğruyu gösterir. “Beni Rabbim terbiye etti.” buyuran Peygamber Efendimizin her alandaki uygulamaları, Allah’ın seçtiği davranış biçimleridir. Bu pusulaya uymayan insan, kendisini hedefe götüren yoldan çıkar ve yanlış yollara sürüklenir.

Allah’ı sevmek ise Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesine uymayı gerektirir. Çünkü Allah’ı gerçekten sevmek, O’nun razı ve hoşnut olacağı şekilde hareket etmek ve yaşamaktır. Allah’ın razı ve hoşnut olacağı şekilde hareket edip yaşamak ise en mükemmel ve eksiksiz şekliyle yalnızca Peygamber Efendimizde görülmüştür. Kısacası Peygamber Efendimizin sünnetine uymayan kişi, O’nun ve Allah’ın sevgisinden mahrum kalır. Zaten Allah Resûlü, bir hadisinde “Ahir zamanda kim benim sünnetimi uygularsa yüz şehidin sevabını kazanabilir.” diyerek sünneti seniyyesine sımsıkı sarılmamız gerektiği belirtmiştir.

Efendiler Efendisinin bizim için en güzel örnek olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetiyle de bildirilmiştir:

Ey Resûlüm, de ki: "Ey insanlar, eğer Allah'ı seviyor sanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve gü- nahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir. (Âl-i Imran sûresi, 31. âyet)

“Hakikaten, Allah'ın Resûlünde sizler için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.” (Ahzab sûresi, 21. âyet)

“(Ey Resûlüm) Sen, en yüce (en güzel) ahlâk üzerindesin.” (Kalem sûresi, 4. âyet)

“Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız O'na ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe sûresi, 128. âyet)

Helâl

Yapılması caiz görülen, işlenmesinde dinî yönden hiçbir sakınca bulunmayan şeydir.

Haram

Allah’ın dinimizde kesin ve açık delillerle bildirdiği ve kesin olarak yasakladığı işlerdir. Kumar oynamak, yalan söylemek, içki içmek, gıybet etmek, başkalarının hakkını yemek, dedikodu yapmak gibi. Yapılması yasaklanan bir işin yapılması günahtır; bir günahı terk etmek de büyük bir sevaptır. Haram olan bir işin, haramlığını inkâr edip helâl sayan kimse ise  Allah korusun dinden çıkmış olur.

Mekruh

Dinimizin kesin olarak yasaklamadığı, fakat yapılmasını da hoş karşılamadığı davranış ve işlerdir. Yapılan işin niteliğine, zamanına ve yerine, yapanın durumuna göre günah olma durumu değişir. Bununla birlikte günahlar, küçük de olsa basite alınmamalıdır. Ince ipliklerin birleşerek kalın bir halatı meydana getirmesi gibi küçük günahlar da birleşerek büyük günahlara dönüşür.

Meselâ abdest alırken suyu israf etmek, burnu sağ el ile temizlemek, namazda esnemek, abdesti sıkışık olduğu hâlde namaz kılmak mekruhtur.

Dinimizin böyle şeylere haram dememesi ve bizi sürekli günah işlemekten korumak istemesi, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına merhameti sebebiyledir.

 

آخر تعديل: Monday، 12 October 2020، 11:22 AM